28 Haziran 2009 Pazar

Türkiye'nin Jeolojik Yapısı

TÜRKİYE'NİN JEOLOJİK YAPISINA TOPLU BAKIŞ

Türkiye Alp Kıvrım kuşağı içindedir. Bu nedenle her jeolojik zaman da kabuk tabakası, yer hareketleriyle değişmeye uğramıştır. Dağ oluşum hareketleri ile yükselen sahalar, akarsularla sürekli olarak aşınmıştır. Yüksek sahalardan aşınan maddeler, çukur sahalarda,deniz ve göllerde birikmiştir. Bu birikim alanlarına Jeosenklinal denir.

JEOLOJİK ZAMANLARA GÖRE GEÇİRDİĞİ EVRELER :

A)I. Zaman: 1. zamanda oluşmuş metamorfik ve tortul araziler bulunur. Türkiye’nin temelini oluşturan metamorfik araziler, Yıldız Dağları, Güneydoğu Toroslar, Batı An. Saruhan –Menteşe veya Menderes masifinde yer alır. Ayrıca İç An.ve Alanya-Anamur arasında. Bu jeolojik zamanın şar döneminde (Karbonifer) gür ormanlar yetişmiş ve bu bitki kalıntılarının göllerde birikmesiyle Zonguldak çevresi oluşmuştur.

B)II. Zaman: Bu zamanda Türkiye’nin büyük bir bölümünde Tetis denizi bulunuyordu. Akarsuların taşıdığı malzemeler bu denizin tabanında tortul tabakalar oluşturmuştur. Bu tortul tabakalar kırılarak kireçtaşları oluşmuştur. Bu nedenle Toroslar ve Kuzey Anadolu uzandığı sıralarda, bu araziler geniş yer kaplar. Karadeniz kıyılarında Samsun-Zonguldak arasında, kumlu ve kireçtaşı tabakaları görülür. Aynı zamanda tortullarla birlikte volkanlardan çıkan malzemeler yayılmıştır.

C)III. Zaman: Bu jeolojik zamanın başlarında ülkemiz sıcak ve kurak iklimin etkisi altında kalmıştır. Bu dönemde Ankara-Çankırı-Sivas ile K. Anadolu’daki kapalı havzalarda tuzlu ve jipsli tortular oluşturmuştur. Alp-Himalaya kıvrım sistemi ile birlikte Toroslar ve K. An. Dağları oluşmuştur. Anadolu’nun iç kesiminde yer kabuğunun çökmesiyle çukur sahalar göllerle kaplanmıştır. Buralarda yetişen bitkilerin çürümesiyle linyit kömürleri oluşmuştur. G.Doğu An. Bölgesinde petrol yatakları oluşmuştur.

D)IV. Zaman: Türkiye bugünkü halini almıştır. Bu zaman başlarında Ege denizinin bulunduğu saha çökmüştür. Sık sık değişen iklim koşulları nedeniyle etraftaki denizlerde seviye yükselmesi olmuştur. İklim soğuması nedeniyle buzul çağı yaşanmış, Türkiye’deki bazı dağlar buzullarla kaplanmıştır. Eğe ve Akdeniz’in seviyesi şimdiye göre 100m alçalmıştır. Yaklaşık 8000 yıl önce bugünkü ilkim şartları oluşmuştur. Deniz seviyesinin yükselmesiyle Akdeniz’in tuzlu suları, tatlı suları olan Karadeniz ulaşmıştır.İç ve D. Anadolu’da volkanizma olayları başlamış ve bazı volkanik dağlar oluşmuştur.






TÜRKİYE’NİN YERYÜZÜ ŞEKİLLERİNİN ÖZELLİKLERİ

1) Ortalama yükselti oldukça fazladır(1132m).Yükselti batıdan doğuya doğru artar.Yükselti basamaklarının dağılımı şöyledir:

-0-500 m arasında olan yerler > %17,5

- 500 - 1000 " " " %26,

- 1000- 2000 " " " %49,9

- 2000m’den yüksek yerler %7

2) Düzlükler geniş yer kaplar. Ovaların yükseltileri de fazladır.

3) Ülkemizin yaklaşık yarısı 1000 – 2000 m arasıdır.

4) Ülkemizin, yüksek sıradağları doğu-batı doğrultusunda uzanır. Kuzey ve güneydeki bu sıradağlar doğuda birleşirler.

5) Anadolu; Karadeniz Akdeniz havzaları arasında yüksek bir kütledir.

6) Denizlerin derin kesimi ile kıyı dağları arasındaki fark 5000m’yi geçer.



TÜRKİYE’NİN DAĞLARI

1) OROJENİK HAREKETLERLE MEYDANA GELEN DAĞLAR:

(Oro-Dağ, Jenez-Oluşum Orojenez > Dağ oluşum hareketleri ). Sıra dağlar genellikle derin denizlerde biriken tortulların, yan basınç oluşturan kıta hareketleri sonucu, kıvrılarak yükselmesi ile oluşmuştur. Ya da kırılarak yükselmesi sonucu oluşmuştur.

a-Kıvrım Dağları: Bu dağlar esnek tabakaların kıvrılarak yükselmesi sonucunda oluşmuşlardır. Türkiye’deki kıvrım dağlarını Apl-Himalaya kıvrım sistemi içinde düşünüyoruz.

Türkiye’nin bulunduğu yerde Tetis Jeasanklinali vardı. Bu deniz küçülerek 3. zaman ortalarına kadar varlığını devam ettirmişdir. Bu jeosanklinal, etraftan dış kuvvetlerin getirdiği materyallerle dolmuş ve kalın tortul tabakalar oluşturmuş,daha sonra bu tortul tabakalar kıvrılarak yükselmiş, böylece Alp-Himalaya kıvrım sistemi oluşmuştur. Ülkemizdeki Kuzey Anadolu Dağları ve Toroslarda, bu kuşak içersinde olup, kalker tabakalarının kıvrılmasıyla oluşmuştur.

Kuzey Anadolu Dağları ve Toroslar; Van gölünün kuzeyinde birleşirler. Bunlar oluşumlarını 3. zaman sonlarında, bugünkü şekillerini de 4. zaman başlarında Anadolu’nun toptan yükselmesiyle kazanmıştır.

b-Kırık Dağları: Kıvrılma özelliğini kaybetmiş olan tabakalar kırılmaya uğrarlar. Böylece fay hatları oluşur. Fay hatları boyunca, bazı kısımlar çökerken, bazı kısımlarda, yüksekte kalırlar. Çöken kısımlara GRABEN, yükselen kısımlara HORST denir. Bunlara örnek Ege’deki Horst-Graben hattı verilebilir. Kazdağı, Kozak D. Yunt Buzdağlar, Aydın D., Menteşe D. horstlara örnektir.

2) VOLKANİK DAĞLAR

Volkanik dağlar, yerin derinliklerinde bulunan kızgın, erimiş ve basınç altındaki magmanın yeryüzüne çıkmasıyla oluşur. Ülkemizdeki volkanik faaliyetler III. Zamanda yoğun olarak görülmüştür. Bu faaliyetler sonucu kırıklar boyunca magma yeryüzüne akmış ve volkanik araziyi oluşturmuştur. Volkanik dağları şu şekilde sıralayabiliriz.

a) Doğu An. Bölgesi Volkanları: Bu dağlar Van gölünün kuzeyinde bir fay hattı üzerinde yer almıştır. Türkiye’nin en yüksek dağı olan Ağrı dağı bu dağ sırasının kuzeydoğu ucunda yer alır.

Ağrı Dağı: 1203km2’lik alan içersinde kuruludur. İki kütle halindedir.Küçük Ağrı 3896cm yük.Büyük Ağrı ise 5137m yüksekliğe sahiptir.

Tendürek Dağı: Yüksekliği 3533 m’dir Çaldıran ilk Doğu beyazıt arasında bulunur.

Süphan dağı: Yüksekliği 4058 m’dir (Bitlis)

Nemrut Dağı: Bitlis de yer alır. Van gölü varlığını bu dağa borçludur.Nemrut Dağı şimdiki görünümünü son volkanik patlama ve çökmeden sonra kazanmıştır.son patlama sonucunda dağın tepe noktası yok olmuş ve krater olmuştur. Birkaç kraterin birleşmesiyle Kalderalar oluşmuştur.

Ayrıca Kargapazarı, Dumlu ve Bingöl dağları volkanik yapılı dağlardır.

B)İç Anadolu bölgesi Volkan Dağları :

Erciyes: 3917m dir. Bu dağ, İç Anadolu’nun en yüksek dağıdır. Erciyes dağının oluşumu birkaç aşamalıdır. Yamaçlardan merkezden çevreye doğru yayılan kırık hatları vardır. Doruk kesimlerinde sirkler ve buzullar vardır. Erciyes Kayseri ve Develi için su deposu görevini görür.Yurdumuzun başlıca kayak ve kış turizmi merkezleri arasındadır.

Hasan Dağı: Aksaray da yer alan bu dağ bir volkan konisidir. Ayrıca: yine Aksaray’da yer alan

Melendiz Dağı, Karapınar yakınlarında

Karacadağ ve Karadağ genç volkan konileridir.

İç Anadolu’da Ürgüp-Nevşehir çevresinde tüfler ve tüflerin sıkışmasıyla oluşan kayaçların yer aldığı bir volkanik arazi yer alır. Bunların üzerinde Peribacaları bulunur. Karapınar (Konya) çevresinde volkanik arazi üzerinde oluşmuş göller vardır. Bunların en tanınmışı Meke Tuzlası dır.

C) Ege Bölgesi Volkanları:

Kula çevresinde yoğunlaşmıştır. Genç Kula volkanlarının 70 kadar konisi vardır. Bunlar fazla yüksek değildirler. Koyu renkli volkanik materyallerin yaygın olmasından dolayı yöreye halk arasında yanık arazi de denir.

D) Güneydoğu Anadolu Bölgesi Volkanları:

Bunlardan en tanınmışı 1957 m yüksekliğindeki Karacadağ’ dır. Karaca dağdan lavlar geniş bir alana yayıldığından yayvan biçimine sahip olan bu dağ halk arasında kalkan biçimli volkan olarak adlandırılıyor. Bunlardan başka ;Köroğlu Dağı, Işık Dağı,diğer volkan dağlarıdır.



DAĞLARIN TÜRKİYE’DEKİ COĞRAFİ DAĞILIŞI

Kuzey Anadolu Dağları: Bu dağlar Alp sisteminin Türkiye’deki kuzey kanadını oluşturur. K.An. Dağ., Karadeniz Bölgesinde iki sıra halinde uzanır. Kıyı yakınındaki sıra dağlar Küre, Canik, Giresun, Gümüşhane, Kalkanlı, Trabzon ve Rize dağlarıdır. Giresun, Rize dağlarına Doğu Karadeniz dağları da denir. Doğu Karadeniz dağları dik yamaçlı yüksek dağlardır. Bu nedenle ulaşım iç kesimlerle Kalkanlı ve Kop geçitleriyle sağlanır.

Bu sıra dağlar kuşağının gerişimde batıdan doğuya doğru ikinci kuşak vardır. Bunlar Köroğlu, Ilgaz,Deveci, Yıldız,Çimen,Kop, Mescid ve yalnız Çam dağları.

A.Güney Anadolu Dağları :Bunlara Toros dağları da denir. Alp kıvrım sisteminin güney kanadına dahildir. Üç kısımdan oluşur.

1) Batı Toroslar: Antalya körfezinin her iki tarafına doğru iki kuşak halinde uzanır. Batıda Ak dağlar, ve Boz dağlar, doğuda Sultan, Dedegöl ve Geyik dağları.

2) Orta Toroslar: Antalya körfezinin doğusunda kıyıya paralel uzanır. Bolkar Dağları,Aladağlar, Tahtalı Dağları, Binboğa Dağları. İskenderun körfezinin hemen doğusunda Nur(Amanos) dağları uzanır.

B. Güneydoğu Anadolu Dağları:

Torosların uzantısı olduğundan bunlara Güneydoğu Toroslar denir. Bu kuşak üzerinde Malatya Dağları, Genç D., Bitlis D., Hakkari D. bulunur. En yüksek noktayı Cila D.(Uludoruk) (4135).

C.Doğu Anadolu Dağları:

Bu bölgedeki dağların büyük bir kısmı Orta Torosların devamı olan sıradağlardır Bunlar: Tahtalı D, Mercan D, Karasu D., Aras Dağı’dır. Allahu’ekber D.ise K.An. Dağlarının uzantısıdır. Ayrıca Şerafettin Dağı Bingöl D., Şakşak Dağı ve Kargapazarı D. bulunur. Ayrıca volkanik dağlar vardır: B. ve K. Ağrı, Tendürek, Süphan ve Nemrut

D.İç Anadolu Dağları: Bölgede sıradağlar azdır. Sundiken ve Sultan Dağları sıradağlara örnektir. En dağlık kasım bölgeleri doğu kısmıdır. Tecer, Çamlıbel, Hınzır ve Akdağlar buradadır. Ayrıca Ankara ve çevresinde İdris D. Elmadağ ve Ayas Dağı volkanik Dağları; Erciyes, Melendiz, Hasan D. Karadağ ve Karacadağ.

E.Batı Anadolu Dağları: Horst şeklindeki dağlardır. Kuzeyden güneye doğru Madra D. Yunt D. Bozdağlar ve Aydın Dağlardır. Muğla yöresinde KB-G.D yönünde uzanan dağ sıralarından oluşan Menteşe Dağları yer alır. Kuzeyde Kaz dağları ve Biga Dağları bulunur. İç kesimlerde, Sandıklı, Eğrigöz ve Murat D. gibi yükseltiler bulunur Bursa’daki Uludağ eski bir volkanik kütlenin yüzeye çıkmasıyla oluşmuştur. Ülkemizin en önemli kış turizmi merkezlerindendir.





Dağların Doğal Ortam ve Ek. Faaliyetler üzerindeki Etkileri
Dağlar: İklim, toprak oluşumu, bitki örtüsünün dağılışı, yerleşme ve ekonomik faaliyetler üzerinde etkili olmaktadır. Yükseklere çıkıldıkça, iklimin soğumasına bağlı olarak bitki örtüsü farklılıklar gösterir. Vadilerin iç kesimleri ile kuzeye ve güneye bakar yamaçları arasında farklı bitki toplulukları bulunmaktadır.

Yüksek ve engebeli olan dağlık sahalar genel olarak tarımın yapılmasını, yerleşmenin kurulmasını ve yol yapımını güçleştirir.Fazla yağış alan dağlık sahalar, önemli ölçüde akarsuların beslenmesini sağlar.

Dağlarda bulunan yerleşme şekilleri ve buralardaki insanların tarımsal faaliyetleri, ovalara göre farklıdır.

TÜRKİYE’NİN PLATOLARI

PLATO: Akarsularla derince parçalanmış hafif engebeli, çoğunlukla geniş saha kapsayan yüzey şekline plato denir.

A.İÇ ANADOLU :Tuz gölü ve Konya ovası arasında OBRUK

Tuz gölünün batısında CİHANBEYLİ

Tuz gölünün kuzeybatısında HAYMANA

Eskişehir ve Afyon arasında YAZILIKAYA

Kızılırmak yayında BOZOK(Kızılırmak)

Yukarı Kızılırmak bölümünde Yozgat-Akdağmadeni arsında yükseklikleri 1000-1500 m arasında, tortul tabakalar arasında platolar bulunur.

B.DOĞU ANADOLU:

Doğu Anadolu Bölgesinde bazalt lavları üzerinde 1500-< xml="true" ns="urn:schemas-microsoft-com:office:smarttags" prefix="st1" namespace="">2000 m arasında Erzurum-Kars ve Ardahan Platoları vardır. Ayrıca 2000-2500 m aralığında Allahuekber ve Yalnızçam dağları üzerinde platolar bulunur.

C.EGE : İç Batı Anadolu eşiğinde özellikle Uşak dağları üzerindeki platolar.

D.AKDENİZ: Orta Toroslarda Taşeli

E.KARADENİZ: Orta Karadeniz’de Canik-Giresun Dağ. üzerinde ayrıca Fatsa-Şebinkarasihar arasında Perşembe yaylası.

F.GÜNEYDOĞU ANADOLU: Gaziantep ve Şanlıurfa platoları.

Not: Ülkemizdeki platolar, ya yatay tabakalı yapılar üzerinde ve lavların yayıldığı alanlarda yada aşınma sonucu düzleşmiş değişik araziler üzerinde bulunur. Platolardaki tarımsal faaliyetleri, iklim koşulları ve yükseklik durumu belirler.

TÜRKİYE’NİN OVALARI

OVA: Vadilerle parçalanmamış çevrelerine göre alçakta olan geniş düzlüklere ova denir. Ülkemizde ovalar iki gruba ayrılır. Kıyılarda delta ovaları ve iç kesimlerdeki ovalar.

1-KIYI OVALARI: Kıyı ovaların oluşmasında akarsuların taşıdığı alüvyonların miktarı, kıyılardaki akıntı ve dalga faaliyetleri ve kıyıların derinliği etkili olmuştur.

Bafra Ovası: Kızılırmak oluşturmuştur. Çok verimli bir ovadır. Deltada kıyı gölleri bulunur. En büyüğü Balık gölüdür.

Çarşamba Ovası: Yeşilırmak’ın taşıdığı alüvyonlarla oluşmuştur.

Sakarya Ovası: Delta ovasında ziyade bir taban seviyesi ovası özelliği taşır.

Meriç Deltası: Küçük bir oluk içende oluşmuş olup Meriç nehrinin getirdiği alüvyonlarla meydana gelmiştir.

Gediz Ovası: Gediz nehri oluşturmuştur. İzmir Körfezi’nin dolma tehlikesi durumunda nehrin yatağı değiştirilmiştir.

Küçük Menderes Ovası: Faylanma sonucu çöken sahalara zamanla alüvyonların dolmasıyla oluşmuştur.

Büyük Menderes Ovası: Büyük Menderes ırmağının getirdiği alüvyonla oluşmuştur. Ovada Çamiçi gölü yer almaktadır.

Çukurova: Seyhan ve Ceyhan nehri oluşturmuştur. Türkiye’nin en büyük delta ovasıdır.

2-İÇ BÖLGELERDEKİ OVALAR: iç bölgelerdeki ovalarımızın büyük bir bölümü, tektonik çanaklar içinde göl ve akarsu depolarının birikmesi sonucu meydana gelmiştir. İç bölgelerde yer alan ovalar, fay kuşaklarındaki çöküntü sahaları boyunca görülür.

Doğu Anadolu Fay Kuşağındaki Ovalar:

Muş ovası: karasu ve Murat nehirleri, menderesler çizerek akarlar

Bingöl ovası, Murat nehri tarafından oluşturulmuştur.

Elazığ ve Uluova: Bu ovalar bir yerleşme ve tarım alanıdır.

Antakya-K.Maraş Ovası: Nur Dağı doğusunda bir graben içinde yer alır.

Amik ovası: Asi nehrinin oluşturduğu bir çöküntü ovasıdır.

Kuzeydoğu Anadolu’da çökme sonucu oluşmuş olukların içerisinde geniş ovalar bulunur. Bunlar:

Göle ovası: Daha çok çayır ve bataklıklar yaygındır.

Ardahan ovası: Ovayı, Kura nehri sular.

Erzurum ovası: Türkiye’nin en yüksek ovalarından biridir (2000m)

Pasinler-Horasan Ovası: Aras nehrinin oluşturduğu bir ovadır.

Iğdır ovası: Etrafı dağlarla çevrilidir. Yüksekliği azdır. Sebze meyve ve yetiştirilir.

Kuzey Anadolu Fay Kuşağındaki Ovaları

Bu kuşak üzerinde doğu da Erzincan ile batıda İzmit Körfezi arasında Suşehri, Erbaa, Niksar, Taşova, Ladik Merzifon, Suluova ,Tosya, Kargı, Kurşunlu, Çerkeş, Vezirköprü, Taşköprü, Bolu, Düzce, Adapazarı ve Sapanca olukları bulun ur.

İç Anadolu ovaları: İç Anadolu’da eski bir göl tabanı durumunda bulunan ve Türkiye’nin en büyük ovası olan Konya Ovası önemli yer kaplar.

Akşehir-Eber Ovası: Kuzeyde Emirdağları ile güneyde Sultan Dağları arasında bitişik halde bulunur. Bu ovalar üzerinde aynı zamanda göllerde bulunur. Ayrıca, Kayseri ve Develi ovaları ,Aksaray ovası, Ankara’da Akıncı ovası ve Çubuk ovası ve Eskişehir ovası bulunur.

Güney Doğu Anadolu Ovaları:

Türkiye’nin en büyük ovalarından biri olan ve Urfa’nın Suriye sınırında Altınbaşak, (Ceylanpınar) ovası bulunur. Ayrıca burada G.A.P kapsamında bulunan ovalar (Suruç, B. Antep, Klis) geniş yer kaplar.

Batı Anadolu Ovaları: Denizden başlayarak 200m yüksekliği kadar ulaşan ve kuzeyden güneye sıralanan Bakırçay, Gediz, K. ve B. Menderes ovaları bulunur. Ayrıca iç kısımlarda Bornova, Simav, Sandıklı, Afyon, Bursa,İnegöl,Karacabey,ve Balıkesir, ovaları yer alır.



TÜRKİYE DE AKARSULARIN OLUŞTURDUĞU ŞEKİLLER

Akarsuların oluşturduğu yüzey şekilleri aşındırmadan ve biriktirmeden oluşan şekiller olmak üzere iki gruba ayrılır.

1-AŞINDIRMA ŞEKİLLERİ : Akarsular dağlık alanlarda hızının etkisine bağlı olarak aşındırma yaparlar.Ülkemizde akarsuların aşındırma ve birleştirme faaliyetleri 3. jeolojik zamanın başlarına kadar dayanmaktadır.Akarsuların derin aşındırması sonucunda derin vadiler ve boğazlar oluşturmuştur.Bazı akarsular çökme sonucunda oluşan blokları arasındaki olukları takip etmektedir.

Vadi şekilleri: Akarsuyun geçtiği sahanın eğimine,debisine ve jeolojik yapıyı oluşturan kayanın aşınmaya karşı gösterdiği dirence göre önemli değişme gösterir.

Akarsuyun yukarı çığırında “V” şeklinde Çentik vadiler oluşur. Paralel dağlar arasında geniş tabanlı Boğaz vadiler oluşur. Eğimin azaldığı akarsular sık sık yatak değiştirerek büklümler yaparak akarlar ve menderesler oluşur. Kalkerli arazilerde basamak şeklinde Kanyon vadiler oluşur.

2-BİRİKTİRME ŞEKİLLERİ: Akarsuyun biriktirme yapabilmesi için ya akarsuyun eğitimin azalması ya da yükünün artması gerekmektedir. Akarsular dağ eteklerinde biriktirme yaparak birikinti konilerini ve onlarda dağ eteği ovaları ile dağ içi ovalarını oluştururlar. Denizlere oluşan akarsular eğilimin az olduğu yerlere biriktirme yaparak deltaları oluştururlar. Biriktirme şekilleri şunlardır:

1- Birikinti konileri

2- Dağ eteği ovaları

3- Dağ içi ovası

4- Seki (Taraca)

5- Taban seviyesi ovası

6- Delta

YERALTI SULARININ OLUŞTURDUĞU AŞINDIRMA VE BİRİKTİRME ŞEKİLLERİ

Yeraltısuları kalker,jips,kayatuzu,dolomit ve tebeşir gibi karstik maddelerin yaygın olduğu yerlerde aşındırma ve biriktirme şekillerinin oluşmasına sebep olurlar.Bu şekillerin tümüne karstik şekiller denir.

A.AŞINDIRMA ŞEKİLLERİ: Karstik maddelerin su içerisinde çözünmesiyle meydana gelir.Çözünmeyi suyun sıcaklığı ve su içerisindeki karbondioksit miktarı etkiler.

1. LAPYA:Karstik şekillerin en küçüğüdür.Taşlar üzerinde çukurları oluklar ve deliklerden oluşur.En büyükleri 30-40 cm çapındadırlar.

2. DOLİN:Karstik ova ve platolar üzerinde gelişen erime çukurlardır.Çapları 200 m ye ulaşabilir.

3. UVALA:Dolinlerin genişleyip birleşmesiyle oluşmuşlardır.

4. POLYE:Özellikle tektonik çanaklarda dolin ve uvalaların genişleyip bir ova görünümü alması sonucu oluşurlar.Çapları 1-2 km yi bulabilir.Bazı polyelerin tabanlarında yağışlı mevsimde göl oluşur.

5. KÖR VADİ:Vadi tabanı akarsu vadisinde olduğu gibi sürekli iniş göstermez.Aşınmanın sona erdiği yerde vadinin önü kesilir.

6. DÜDEN:Karstik bölgelerde yüzey sularının yeraltına battığı yada çıktığı yerlere denir.Su yutan yada Su çıkan isimleride verilir.

7. OBRUK:Dolin çaplarının ve derinliklerinin artmasıyla oluştukları gibi, karstik mağaraların çökmesiyle de oluşurlar.Mersin’deki Cennet ve Cehennem obrukları oldukça meşhurdur

8. MAĞARA:Yeraltına sızan sular burada kolay çözünebilen kayaları çözer ve zamanla burada mağaralar oluşturur.

Leia Mais…

27 Haziran 2009 Cumartesi

Depremin Şiddeti ve Büyüklüğü Arasındaki Fark Nedir?

Depremin büyüklüğü gerçekte deprem sırasında açığa çıkan enerjinin büyüklüğüdür. Bundan magnitüd olarak da söz edilir. Bu değer, deprem merkez üssünden 100 km uzaklıktaki sismograf tarafından kaydedilen P ve S dalgarının maksimum genliklerinden yararlanılarak hesaplanır. Bu yöntem ilk olarak Charles Richter tarafından bulunduğu için ölçeğe de Richter Ölçeği denir. Richter Ölçeği, logaritmik bir değerdir. Bu, depremin büyüklüğündeki 1 birimlik bir artışın sismogram genliğinin 10 kat, deprem sırasında açığa çıkan enerji miktarınınsa 30 kat artması anlamına gelir.

Genellikle büyüklüğü 3’ten küçük depremleri hissetmeyiz. Depremin şiddetiyse, depremin yerkabuğundaki etkilerinin bir ölçüsüdür. Depremin o bölgedeki canlılar ve yapılar üzerindeki etkisine bakılarak birtakım şiddet cetvelleri hazırlanmıştır. Bunların en bilineni Mercalli Şiddet Cetveli’dir.

Leia Mais…

Deprem Nasıl Oluşur?

SORU: Depremin güneş tutulması, ay tutulması ve diğer gezegenlerin hareketleriyle ilişkisi var mı? Gelgitler sonucu çok büyük kütlelerde su hareketi oluyor. Bu hareket magmada olabilir ve deprem yaratabilir mi? (Eşref Selçuk)


CEVAP: Dünya litosferin kimi yerlerinden kırılması nedeniyle şekilleri düzgün olmayan ve kati halde bulunan 6 büyük ve çok sayıda küçük levhadan oluşur. Bu levhalar magmanın da etkisiyle yılda ortalama 1-10 cm kadar yer değiştirirler. Levhalar birbirleriyle temas halinde olduğundan herhangi bir levhadaki bir hareket zincirleme olarak diğerlerini de etkiler. Milyonlarca yıldır suren levha hareketleri kıtaların ve okyanusların yerlerini ve biçimlerini değiştirir. Bu süreç levha tektoniği olarak da bilinir. Levha tektoniği nedeniyle yerkabuğunun kimi yerlerinde (özellikle de levha sınırlarında) büyük gerilme, sıkışma ya da bükülmeler görülür. Bu basınç kabukta kırılmalara yol acar. Fay adi verilen bu kırıklar, depremlerin oluş nedeni sayılır. Depremler, kabukta oluşan gerilmenin zamanla birikerek, sonunda kaya bloğunun zayıf bir noktasından kırılmasıyla yeni bir fay oluşumuna ya da var olan fayın kaymasına bağlı olarak meydana gelir. Bu kırılma ya da kaymayla, birikmiş olan basınç ya da gerilme bir anda boşalır ve büyük bir enerji açığa çıkar. İste bu enerjinin etraftaki kaya kütlelerinde oluşturduğu titreşim ve sarsıntı depremi yaratır. Dolayısıyla depremlerin Güneş tutulması ya da diğer gezegenlerin hareketleriyle bir ilgisi olmadığı söyleniyor bilim adamlarınca.
Ayrıca, deprem, yanardağ patlaması ya da toprak kayması gibi yer hareketlerinin deniz tabanında meydana getirdiği alçalma ya da yükselme nedeniyle oluşan ve tsunami de denilen dev deniz dalgalarının da gel git bir ilgisi yoktur.

Elif Yılmaz


Kaynak: Tübitak

Leia Mais…

Kıtasal Kayma Gerçekten Oluyor Mu? Kıtaların Hepsi Bir Gün Bir Araya Gelerek Bir Süper Kıta Oluşturabilirler Mi?

SORU: Kıtasal kayma gerçekten oluyor mu? Nedeni nedir? farklı kıtalarda aynı fosillerin bulunması nasıl açıklanabilir? Kıtaların hepsi bir gün bir araya gelerek bir süper kıta oluşturabilirler mi dersiniz?

CEVAP: Evet kıta kaymalarını gösteren bazı kanıtlar bulunmaktadır. Benzer fosillerin ayrı arı kıtalarda bulunması bunlardan biridir. Bazı kıtaların kıyıları birbirlerine neredeyse yap boz parçaları kadar uymaktadır. Ayrı ayrı kıtalar kıyıları itibariyle birbirlerine uydurulup üst üste getirildiğinde, dağ kuşakları belli bir sıra izlemektedir. Son olarak uydulardan yapılan gözlemler söz konusudur: kıtaların birbirlerine oranla hareketi, yılda birkaç inç gibi oldukça yavaş bir seyir izlemektedir. Ancak artık uyduların yardımıyla bu hareketleri doğrudan ölçmek ve kıtaların gerçekten hareket ettiğini kanıtlamak mümkündür. Ve evet, son sorunuza da cevap verecek olursak, teorik olarak gelecekte bir zaman kıtalar birleşerek bir süper kıta oluşturabilirler.

Kaynak: Tübitak

Leia Mais…

Dünya'nın Manyetik Alanındaki Bozunmaya Bakarak Dünya'nın Yaşı Saptanabilir Mi?

SORU:Dünyanın manyetik alanı bozunmakta mıdır? Eğer öyleyse ne hızda bozunuyor? Bu orana bakarak dünyanın yaşını saptayabilir miyiz?


CEVAP:Evet, geçtiğimiz yüz küsur yıl içinde alınan ölçümlere göre dünyanın manyetik ikiz kutup momentinin büyüklüğü azalmaktadır. Jeolojik kanıtların gösterdiğine göre, dünyanın manyetik alanı pek çok kereler yön değiştirmiştir, dolayısıyla da yeni bir sıfır noktasına doğru ilerlemekte olduğumuz pek ala düşünülebilir. Ancak bu dünyanın yaşı hakkında bize kesinlikle bir şey söylemez.

Kaynak: http://www.biltek.tubitak.gov.tr

Leia Mais…

Horst - Graben Sistemi





Faylanma sırasında blok olarak çöken yerlere "Graben" (çöküntü), iki ayrı faylanma arasında bir yükselti bloğu kalırsa buna da "Horst" (yükselti) denir.

Türkiye'de genç tektonik dönem yaklaşık olarak 11 milyon yıl önce Arap Yarımadası’nın Anadolu'ya çarpması ile başlamıştır. Bu çarpışmanın ardından önce Doğu daha sonra da tüm Anadolu sıkışıp kalınlaşmış,epirojenik olatak yükselmiştir. Daha sonra bu kalınlaşmanın kıta kabuğunun karşılamayacağı bir seviyeye ulaşmasının ardından Anadolu, batıya doğru hareket etmeye başlamıştır.

Anadolu'nun batıya hareketi sağ yanal atımlı Kuzey Anadolu ve sol yanal atımlı Doğu Anadolu Fayları boyunca gerçekleşmiştir.

Kuzey Anadolu Fayı'nın sağ yanal atımlı bir fay haline gelmesi günümüzden yaklaşık 5 milyon yıl kadar önceye yani III. zamana karşılık gelmektedir. Batıya doğru hareket eden Anadolu burada rahat bir ortam bulması sonucunda gerilmeye ve genişlemeye uğramış ve böylece Batı Anadolu'da bir horst-graben yapısı oluşmuştur.

Leia Mais…

26 Haziran 2009 Cuma

Jeoloji - Jeofizik Arasındaki Fark

Jeologların yeryüzünde yaptıkları etütler neticesinde elde edilen bilgilere, yer kabuğu içerisinde, derinlerde, gözükmeyen jeolojik tabakalar hakkında sondaj, galeri ve kuyu gibi madencilik hafriyatı yapmadan, daha ucuz ve daha çabuk olarak önbilgi edinilmesi, ancak JEOFİZİK metodların tatbiki ile mümkün olur. Jeologlar yer yüzeyini inceler, görgülerine göre değerlendirme yapar, yani kendine haz bir cilt mütehassısı gibi ihtisas sahibidir. Jeofizikçiler ise, yerbilimler sisteminde röntgen filmini alan röntgen mütehassısı gibi ihtisaslaşmaya sahiptirler. Daha değişik bir tanımla, Jeofizik Mühendisi, fiziksel parametrelere jeolojik anlam verebilen yerbilimcidir. Yerbilimleri arasında son yıllarda en büyük gelişmeyi gösteren jeofizik ilmidir. Büyük yatırımlara girmeden, az bir maliyetle, kısa zamanda netice sağlayan jeofizik ilminin memleketimizde de son yıllarda hızla geliştiği aşikardır.

Leia Mais…

Jeoloji'nin Alt Bilim Dalları

Bütün modern ilimler gibi Jeoloji de meşgul olduğu konular bakımından aşağıdaki dallara ayrılır,

Genel jeoloji :
a) İç dinamik, arz kabuğu içindeki vukubulan olaylardan,
b) Dış dinamik, arz kabuğu dışında vukubulan olaylardan bahseder,

Mineraloji ve Petrografi:Arz kabuğunu teşkil eden minareleri Mineroloji, taşları- bunların orijinal ve oluşumları ile madenleri ise Petroğrafi inceler.

Stratigrafi:Jeolojinin diğer dallarından istifade ederek bütün jeoloji tarhini ayrıntılı olarak izaha çalışır.

Paleontoloji:Jeolojik devirlerde yaşamış camlıların bugün fosil dediğimiz taşlaşmış kalıntılarından bahseder.

Tektonik (Yapısal Jeoloji):Arz kabuğunu meydana getiren tabakalardaki deformasyonlarla (Kıvrılma, Kırılma, itilme, bindirme vs.) bunların oluş şekilleri ve sonraki durumları ile uğraşır.

Ekonomik Jeoloji:Arz kabuğu içerisinde saklı bulunan su petrol maden ve kömür gibi yer altı servetlerinin etüt ve değerlendirilmesi yeryüzünde inşaat taşları, su, tarıma elverişli toprak gibi malzemenin tayin ve tesbit edilmesi ile uğraşır.

Mühendislik Jeolojisi, Petrol Jeolojisi ve Hidrojeoloji gibi dalları vardır.

Jeomorfoloji (Fiziksel Jeoloji):Bu genellikle coğrafyanın bir dalı olarak kabul edilmesine rağmen gerçekte Jeolojinin diğer dallarından ayrı düşünülemez.

Mevcut yeryüzü görünüşü ve bunun oluş nedenleri ile dış etkenlerin tesirleri üzerinde duran Jeomorfoloji, Jeolojinin geçmişini yansıtan birçok deliller sunması ile büyük önem taşır.

Jeofizik:Bu jeoloji ve Fizik arasında sınır çizgisindedir. Arzın özellikle içinin değişik fiziksel metotlarla (Gravite, magnetizm, elektriki rezistivite ve sismik dalgalar) incelenmesi ile uğraşır.

Yer Kimyası:Arz kabuğunun kimyasal bileşiminin incelenmesi ve kayaların ihtiva atikleri radyoaktif elementler vasıtasıyla yaşlarının tayini konularıyla uğraşır.

Leia Mais…

Jeoloji Nedir?

Jeoloji Nedir? Bir Bilim Olarak Jeoloji

  • Jeoloji yerbilimi anlamına gelir. Geo : Yer, Logos : Bilim sözlerinden alınmıştır.
  • Jeoloji arz (yer) kabuğunun yapısından, bunu teşkil eden maddelerden, onun teşekkül ve oluşum tarihinden, ayrıca üzerinde yaşayan hayvan ve bitkilerin ilk yaratılışlarından bugüne kadar olan biyolojik oluşumlardan söz eder.
  • 40-50 Km. kadar bir kalınlığa sahip olan yerkabuğunun organik ve anorganik oluşum tarihi jeolojide esas konuyu teşkil eder. Yerkabuğunu tüm hareketleri ve mekaniği jeolojinin içerisinde yer alır.
  • Jeoloji bir gözlem bilimidir. O kitaplardan, laboratuardan çok doğadan öğrenilir.
  • Jeoloji; çevremizin tanmmasında, sırlarının çözülmesinde bize yardımcı olur.
  • Jeolojiyi meslek edinen Jeolog; yerküreyi anlamak, onun sayısız problemlerine çözüm yolu aramak için doğayı irdeler. Dağlar, okyanuslar, denizler, sıcak çöller, derin vadiler jeologların çalışma alanlarıdır.
  • Jeoloji bir bilim olarak yerkabuğunu incelerken bu kabuk içine gizlenmiş bulunan maden, su, kömiir, petrol vb. yeraltı servetlerine de özel ilgi gösterir. Bunların oluşumlarını ve dağılışlarını inceler. Bundan dolayı diğer bilim dallarından olan fizik, kimya, biyoloji, jeofizik, maden, cografya vs.bilimleri jeolojinin destekçileridirler.
  • Jeolog elde ettigi bulgularla geçmişe giden kapıları açar, karşılaştırır, çözer.
  • Jeolojiyi anlamak; doğayı sevmek ve onun dilini çözmekle mümkün olur. Çünkü geçmiş içinde geleceği barındırır. Bunu keşfetmenin tadına varmak ise doyumsuzdur.

Leia Mais…

Türkiye'nin Şekillenmesinde Etkili Olan İç ve Dış Kuvvetler

Türkiye'nin Şekillenmesinde Etkili Olan İç Kuvvetler

Dağ Oluşumu Hareketleri:
Bilindiği gibi ülkemiz, Paleozoyik dönemde Kaledoniyen ve Hersiniyen orojenezlerine uğramıştır.

Paleozoyik'te oluşan bu dağlar önemli ölçüde aşınmıştır. Ülkemizin şekillenmesinde, özellikle Kuzey Anadolu ve Toros dağ sıralarının oluşmasında Alp orojenik hareketleri ve bunu takip eden orojenez sonu (post-orojenez) hareketler etkili olmuştur. Mesozoyik başlarından itibaren Anadolu'nun kuzey ve güney kesimlerine yerleşen Tetis jeosenklinalinde biriken çeşitli tortul malzemeler, Mesozoyik sonundan itibaren jeosenklinal alanının daralması ile kıvrılarak su üstüne çıkmışlardır. Eosen döneminde ise deniz, ancak eski Tetis jeosenklinalinde oluşan dağların alçak kısımlarına ve senklinallere yerleşmiştir. Oligosen sonuna doğru ise Alp orojenezi en şiddetli safhasına erişmiştir. Miyosen sonlarında Güneydoğu Anadolu’da Torosların kara haline gelmiştir.

Genel olarak Anadolu'nun her iki '..inadında bulunan bu dağlar, Tersiyer sonlarında ve hatla Kuvaterner başlarında tekrar toptan yükselmeye uğramışlardır. Sonuçta yüksekliği 2000 yı1 hatta 3000, Güneydoğu Toroslarda 4000 m'yi aşan dağlar (Hakkari dağları) oluşmuştur.


Faylanma ve Epirojenik Hareketler:
Oligosen'de en şiddetli safhasına ulaşan Alp dağ oluşumu hareketlerinden sonra, Miyosen'den itibaren Doğu Anadolu'nun sıkışmaya uğraması ile Doğu Anadolu ve Kuzey Anadolu yırtılma fayları meydana gelmiştir. Gerek Miyosen ve gerekse Pliyosen 100'lerce metre çöken oluk ve havzalar oluşmuştur. Bu havzaların çoğu Neojen döneminde göllerle işgal edilmiştir (Muş - Van, Erzincan, Erzurum, Erbaa-Niksar, Elazığ, Malatya, Hazar vs.).

Anadolu'nun doğusunda oluşan sıkışma hareketlerinin aksine, Pliyosen 'den itibaren Batı Anadolu'da meydana gelen gerilme hareketine bağlı olarak sert kütleler (Menderes masifi) faylarla parçalanarak bloklar hâlinde çökmüştür.

Epirojenik hareketler Üst Tersiyer'den itibaren başta dağ kuşaklarımız yükselmeye, Ak­deniz ve Karadeniz çanağı alçalmaya uğramıştır. Bunun sonucu olarak Orta Toroslar ve Kuzey Anadolu dağları yükselmeye uğramıştır. İç ve Doğu Anadolu'dan kaynağını alan Kızılırmak, Yeşilırmak ve batıda Sakarya Kuzey Anadolu dağlarını; Zap, Seyhan ve Ceyhan da Toros dağlarını parçalamışlardır.

Volkan Faaliyetleri:
Losen'den itibaren geniş sahalarda başlayan volkan faaliyetleri, Neojen sonlarından itibaren merkezî püskürmeler haline dönüşmüştür. Oligosen sonundaki Alp orojenik hareketleri ve ondan sonra da oluşan epirojenik, faylanma ve volkan faaliyetleri el ele vererek Anadolu'nun şekillenmesinde son derece etkili rol oynamışlardır.


Türkiye'nin Şekillenmesinde Etkili Olan Dış Kuvvetler

Ülkemizde Paleozoyik'den beri akarsu faaliyetleri çok etkili olarak hüküm sürmüştür. Ülkemizde akarsu ağının günümüzezdeki modelini almaya başlaması Alt Tersiyer’e kadar dayanmaktadır. Özellikle Oligosen devrinde ülkemizin büyük bir bölümü kara haline geçmiş ve Neojen’de Anadolu’yu yer yer kaplayan göllere civardaki akarsuların getirdiği çeşitli boyutta malzemeler birikmiştir. Pliyosen sonu ve Kuvaterner başlarından itibaren dağ kuşaklarımıza Tersiyer döneminde yerleşen akarsular, dağların yükselmesine bağlı olarak yataklarını kazarak derinleştirmişler. Zap, Dicle, Fırat, Ceyhan, Kızılırmak, Yeşilırmak ve Sakarya nehirleri, dağ kuşaklarımızı yüzlerce metre yararak antesedanr özellikte boğazlar açmışlardır.

Kuvaterner başlarından itibaren kuruyan neojen göl havzalarında beliren eğim şartlarına göre kısa boylu akarsular kurulmuştur. Kuzey Anadolu dağlarının kuzeye bakan yamaçlarında kurulan akarsular, doğrudan Karadeniz'e akarken, dağın güneyine bakan yamaçlarına kurulan akarsular Kızılırmak, Yeşilırmak ve onların büyük kolları ile birleşmişlerdir.

Tektonik oluklarda bulunan neojen depo­larını da yararak, aşındırarak altta bulunan Paleozoyik veya Neojen öncesine ait temele saplanmışlardır. Bu akarsuların bazı yan kollan ise Kuvaterner başlarında çökme sonucu ortaya çıkan fay diklikleri üzerine kurulmuştur.

Aynı şekilde Neojen sonu ve Kuvaterner başlarında çökme sonucu oluşan tektonik oluklar ve fay kuşakları, akarsuların kuruluşunu âdeta yönlendirmişlerdir.

Örnek olarak Kuzey Anadolu Fay kuşağım takip eden Kelkit, Delice, Gökırmak; . Muş havzasında Karasu; Pasinler-Horasan havzasından geçen Araş nehirleri verilebilir. Miyosen sonunda kurulan akarsular, karşılaşmanın ilerlemesi ve yer yer yeraltına intikal etmesi ile yeraltı nehirleri oluşmuştur.

Neojen'den itibaren dağ kuşaklarına yerleşen akarsular, dağların epirojenik yoldan yükselmesine bağlı olarak yataklarını akıl almaz biçimde yararak son derece dar ve derin vadilerini açmışlardır. Örnek olarak Çoruh Doğu Karadeniz dağlarını, Zapsuyu Güneydoğu Torosları l000m Ceyhan Nehri de Torosları 500-700 m'nin üzerinde yarmıştır.

Leia Mais…

Türkiye'nin Tektonik Özellikleri

Orojenik hareketler
Ülkemizde Alt Paleozoyik’te (Silüriyen - Kambriyen) Kaledoniyen orojenezi vuku bulmuştur. Bu dağ oluşum hareketi ile Ege bölümündeki dağlar, Yıldız, Bitlis, Nur dağları ve Zonguldak civarındaki araziler etkilenerek yer yer kıvrılmışlar ve yükselmişlerdir. Hatta Bitlis, Yıldız, Menderes masifleri geniş ölçüde metamorfizmaya uğramışlardır.

Ülkemizde en etkili dağ oluşum harekeli, Alp orojenezidir. Bu anrojenez Mesozoyik sonlarından, itibaren başlamış ve Tersiyer sonlarına kadar devam etmiştir. Alp orojenezinin şiddetli safhası, Üst Oligosen'de meydana gelmiştir.

Orojenez esnasında üst magmaya ait olan asit lâvlar, dağların iç kısımlarına sokulmuşlardır (Doğu Karadeniz bölümünde Kaçkar granit kültesi gibi) ve ayrıca metamorfizma olayı da meydana gelmiştir (İç Anadolu'da Yozgat metamorfik kütlesi gibi).

Alpin hareketler Miyosen'de de devam etmiş ve özellikle Güneydoğu Torosların bulunduğu sahada etkili olmuştur. Buradaki Miyosen denizindeki tortullar gevşek olarak kıvrılmaya uğramıştır.

Faylanma ve Epirojenik Hareketler

Miyosen başların­dan itibaren ülkemizde faylanma ve epirojenik hareketler önem kazanmaya başlamıştır. Özellikle Doğu Anadolu sıkışarak buradaki kabuk tabakası parçalanmaya uğramıştır. Çöken kütle üzerinde Van Gölü, Muş Ovası, Hazar Gölü, Elazığ Ovası, Akşehir ve Eber gölleri, Pasinler - Horasan ovası, Çıldır Gölü, Erzincan, Erbaa - Niksar oluğu meydana gelmiştir.

Taşeli platosunun bulunduğu Orta Toroslar, Miyosen başlarında alçalmaya (subsidansa) uğramıştır. Antalya kenet kuşağında Antalya-Korkuteli, Köprü çayı havzası çökmüş ve bu alanlar denizle işgal edilmiştir.

Pliyosen'de dikey yönde oluşan faylarıma hareketleri hüküm sürmüştür. Miyosen'de oluşan havzalar, genel olarak yeniden çökmeye uğramıştır. Üst Miyosen'den itibaren belirmeye başlayan sıkışma hareketleri ile kabuk tabakası kırılarak yatay yönde yer değiştirmiştir. Doğu Anadolu kütlesi, Doğu Anadolu ve Kuzey Anadolu fay hatları boyunca batıya doğru kaymaya başlamıştır. Bu fay kuşaklan boyunca doğrusal uzanış gösteren Erbaa –
Niksar, Erzincan gibi havzalar oluşmuştur. Batı Anadolu ise bir bütün hâlinde yükselmeye uğramıştır.

Gediz, Büyük ve Küçük Menderes grabenleri, çökme sonucunda meydana gelmiştir. Aydın, Bozdağ ve Menteşe dağlarının bulunduğu sahalar ise yükselerek günümüzdeki konumunu almıştır.
Faylanma ve epirojenik hareketler Pliyosen (3. Jeolojik Zamanın son devri) sonu ve Kuvaterner başlarında da devam etmiştir. Orta ve Doğu Anadolu'da kırılma sonucu merkezi püskürmeler şeklinde volkanizma faaliyetleri hüküm sürmüştür.


Volkanizma

Paleozoyik'te volkanizma pek etkili olmamıştır. Mesozoyik'de jeosenklinal, yani deniz havzalannda yoğunlaşmıştır. Tersiyer başlarından itibaren yerüstü volkanizması şeksine dönüşmüştür. Ülkemizde volkanizma oluş şekli itibariyle derinlik veya iç volkanizma (intrüzif), yüzey ya da dış volkanizma, (ekstrüzif) olmak üzere iki gruba ayrılarak bilgi verilecektir

İç volkanizma:

Asit Volkanizma – Plütonizma:Bu volkanizma, ülkemizde Paleozoyik ve Tersiyer’de meydana gelmiştir Palezoyik’te Yıldız ve Bitlis masifleri, Kapıdağı yarıma adası, Uludağ'ın iç kısımlarına granit enjeksiyonu olmuştur. Tersiyer (Oligosen)

Doğu Karadeniz bölümünde Kaçkar granit kütlesi ile İç Anadolu’nun kuzeyinde Kırşehir-Yozgat, Eğrigöz-Akdağ vo Alaçam dağların­da meydana gelmiştir

Aşırı Bazik Plütonizma:Yeşil kayalar; İzmir - Ankara, Kuzey Anadolu dağlarının güney kanadı ile Toros dağlan kuşağında özellikle Muğla – Marmaris - Köyceğiz, Doğu Anadolu'da Van Gölü'nün güneyi, Esence ve Kızıldağ, Narman Karadağ ve Araş dağlan boyunca yer yer görülmektedir. Esasen Doğu Anadolu'nun temelinde geniş ölçüde yeşil kayalar bulunmak­tadır.

Dış Volkanizma:Tersiyer başlarında özellikle Eosen'den itibaren İç Anadolu'nun kuzeyinde Bolu Aladağ ve Köroğlu dağlan oluşmuştur. Miyosen'den itibaren iç Anadolu'da Erciyes, Karadağ, Karacadağ, Biga yarımadası ve Doğu Anadolu'da bazaltların çıktığı volkanizma olayları yaygın bir durum alınıştır.

Pliyosen ve Kuvaterner başlarından itibaren kırık boyu püskürmeler yerlerini merkez püskürmelere bırakmıştır. Erciyes, Nemrut ve Kula civarında lav çıkışları tarih devrelere kadar sürmüştür.


Depremler

Ülkemiz, dünyada sürekli ve yıkıcı depremlerin olduğu Alp - Himalaya deprem kuşağına girmektedir. Ülkemizde fay kuşakları kuzeyde Saroz körfezinden başlayan Marmara denizinin derin kısımlarını takiben İzmit Körfezi, Adapazır, Düzce, Bolu, Gerede, Merzifon, Suluova, Erbaa-Niksar, Kelkit vadisi boyunca devam ettikten sonra Erzincan üzerinden Varto'ya kadar uzanan "Kuzey Anadolu Fay Kuşağı (KAF)"dır. Diğeri ise Kızıl Deniz üzerinden Lût gölü, Antakya, K.Maraş, Pazarcık, Adıyaman-Gölbaşı, Abdülharap ve Hazar gölleri, Bingöl üzerinden devanı ederek Varto'da Kuzey Anadolu fay kuşağı ile birleşen "Doğu Anadolu Fay Kuşağı (DAF)"dır. Ege bölümünde doğu-batı yönünde Bakırçay, Gediz, Küçük ve Büyük Menderes grabenleri boyunca uzanan fay kuşaklan vardır.

Doğu Anadolu'da güneyde Van Gölü çevresinde, kuzeye doğru Malazgirt ve Tutak ile Aşkale – Erzurum – Pasinler - Horasan havzalarında da faylar yer almaktadır.

Yurdumuzdaki I. derecede deprem bölgesini; başta Kuzey ve Doğu Anadolu fay kuşakları boyunca uzanan sahalar ile Ege Bölgesi ve Göller yöresini kapsamaktadır. Ülkemizin aşağı yukarı üçte bir kadarı 1. derece deprem kuşağıda kalmaktadır. II. derecede deprem bölgesi, I. derecedeki deprem bölgesinin çevresidir. III. derecede ve IV. derecede deprem alanları, Karadeniz kıyıları, Trakya'nın kuzeyi, Güneydoğu Anadolu'nun güneyi ve İç Anadolu'nun çevresidir. Depremlerin etkili olmadığı kuşak ise Tuz Gölü ile Akdeniz kıyısı arasındaki sahadır.

Leia Mais…

Türkiye'de Geçmiş Jeolojik Devirler

TÜRKİYE’NİN GENEL JEOLOJİK YAPISI

Bütünü ile Alp orojenik veya kıvrım kuşağında yer alan ülkemizde her jeolojik zaman ve hatta her jeolojik devire ait çeşitli araziler bulunmaktadır. Ülkemiz, Mesozoyik (2. Jeolojik Zaman)’te denizaltı volkanizması, Tersiyer (3. Jeolojik Zaman)’den itibaren çeşitli volkanizmaya uğramıştır.

Batı Anadolu, Yıldız, Orta Anadolu ve yer yer Toros dağları, Paleozoyik’te oluşan orojenez esnasında başkalaşıma (metomorfizma) uğramıştır. Üçüncü Jeolojik Zaman’ın Oligosen devrinde şiddetlenen Alp dağ oluşum hareketleri ile denizlerde biriken çökeller kıvrılarak torluk kayalar meydana gelmiştir. Ülkemiz, farklı jeolojik zamanlara ait çeşitli kayalara sahiptir.

Paleozoyik (1. Jeolojik Zaman)

Paleozoyik’te hem tortul hem de metamorfik kayalar oluşmuştur.

Metamorfik Araziler:Palezoyik’e ait metamorfik sahalar; Trakya’da Yıldız (Istranca), Batı Anadolu’da Bozdağ, Aydın ve Menteşe dağlarını kapsayan Menderes veya Saruhan – Menteşe sert kütlesi (masif)nde, Doğu toroslarda Bitlis Dağlarında, Orta Toroslarda Anamur – Alanya arasında, Biga Yarımadası’nda ve İç Anadolu’nun kuzey kesimlerinde yaygındır. Bu sahalarda; metamorfik taşlardan gnays, mikaşist, kuvarsit şist ile diğer çeşitli şistler görülmektedir.
Tortul ve Hafif Metamorfik Araziler:Çatalca – Kocaeli yarımadaları, Ilgaz Dağları, Zonguldak civarı, Toros dağlarında Amamur – Silifke arası, Boklar ve Aladağlar, Sultandağları, Güneydoğu Anadolu’da Mardin – Derik arası ve Çukurca (Hakkari) yöresinde bulunur. 1. Jeolojik Zaman’ın Karbonfer devrine ait olan Zonguldak civarındaki saha, karasal kökenli olup taş kömürü yatakları vardır. Güneydeki kesim ise denizel olup çoğunlukla kireçtaşları bulunmaktadır.

Mesozoyik (2. Jeolojik Zaman)

Kuzey Anadolu ve Toros dağ kuşakları, Mesozoyik arazilerinin çok yaygın olduğu sahalardır. Bunun dışında İzmir – Ankara arasında ve Doğu Anadolu’da Mercan – Esence dağları ve Aras dağları boyunca da Mesozoyik arazileri görülür. Bu alanlarda Mesozoyik başlarında (Jeosenklinal) ortaya çıkmıştır.


Tersiyer (III. Jeolojik Zaman)

Tersiyer başlarından itibaren Anadolu'nun büyük bir bölümü kara haline gelmiştir. Tersiyer başlarında bilhassa Eosen'de çoğunlukla sığ olan denizler; Kuzey Anadolu ve Toros dağ kuşaklarının alçak kesimlerinde, Batı Toroslar'da Korkuteli, Elmalı, Dinar civarında yer almıştır. Denizler; Güneydoğu Anadolu'da Gaziantep, Diyarbakır, Siirt dolaylarında, kuzeyde Malatya, Uzunyayla ve Van Gölü'nün kuzeyinde yayılmıştır.

Oligosen'de ise Anadolu kütlesinde karalaşma dönemi son safhasına ulaşmış, yani Anadolu'nun büyük bir bölümü kara hâline gelmiştir. Ayrıca Ankara - Çankırı - Sivas arasında, Kuzeydoğu Anadolu'da Oltu - Olur - Narman, Kağızman - Kötek - Iğdır dolaylarında ve Ulukışla civarında kapalı havzalar oluşmuştur.

Oligosen sonlarında en şiddetli safhasına ulaşan Alp orojenik hareket­leri ile Kuzey Anadolu ve Toros dağlan oluşmuştur.

Neojen (Miyosen - Pliyosen) döneminde Anadolu'nun iç kısımlarındaki çukur sahalar göller tarafında kaplanmıştır.

Soma dolayları da gür bataklık ve tropikal ormanları andıran diğer ormanlar yetişmiştir. Bu ormanlardan gelen organik malzemenin göl ortamında birikmesi ile de Soma, Aydın, Yatağan, Denizli, Elbistan, Aşkale, Suluova vs. de zengin linyit yatakları oluşmuştur.
Güneydoğu Anadolu'da petrol yataklarını oluşturan arazilerin çoğu bu dönemde oluşmuştur (Adıyaman ve Siirt Bölgesi). Pliyosen sonunda denizler çekilerek kara haline gelmiştir.

Kuvaterner (IV. Jeolojik Zaman)

Bu zamanda Anadolu, aşağı yukarı bugünkü görünümünü almıştır. Kuaterner'in en önemli özelliği, dünya genelinde olduğu gibi, ülkemizde de sık sık iklim derişmelerinin meydana gelmesidir. Azalan buharlaşma şartlarına bağlı olarak Tuz ve Burdur gölleri şimdiki seviyesinden 100-110 m, Van Gölü 70-72 m yükselmiştir. Akşehir 42, Eber gölü 35 m kadar yükselerek birbirleri ile birleşmiştir. Konya-Ereğli arasındaki saha, 95-100 km uzunlu­ğunda ve derinliği 15-20 m'yi bulan bir gölle kaplanmıştır.

Bu jeolojik zamanın diğer bir özelliği ise yer yer gölle kaplı olan Ege denizinin bulunduğu sahanın Kuvaterner başlarından itibaren faylanmalarla bloklar halinde çekmesidir. Akdeniz suları, Ege'yi kapla­yarak Ege denizi oluşmuştur. Ege Denizinin oluşması ile de Akdeniz'in tuzlu suyu, Karadeniz'e ulaşmış; Karadeniz'in tatlı suyu tuzlulaşmaya başlamıştır.

Leia Mais…

Prof. Dr. Nurdan İNAN - "Jeolojik Kalıntılar Müzelerde Sergilenmeli"

Mersin Üniversitesi (MEÜ) Mühendislik Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurdan İnan, jeolojik kalıntıların halkın eğitimine ve toplumun gelişmişliğine hizmet etmesi için müzelerde sergilenmesi önerisinde bulundu. MEÜ tarafından organize edilen '15. Kültür ve Spor Şenliği' devam ediyor. Etkinlikler kapsamında Çiftlikköy Merkez Kampüsü Prof. Dr. Uğur Oral Kültür Merkezi'nde 'Jeolojik Miras ve Doğa Tarihi Müzesi' konulu bir konferans gerçekleştirildi. Konferansta konuşan Prof. Dr. Nurdan İnan, Türkiye'de jeolojik miras alanı olmadığını, ancak pilot bölgeler ve jeolojik mirasa aday bölgeler belirlendiğini kaydetti. Doğa tarihi müzelerinin Türkiye'de kısıtlı olduğunu ifade eden İnan, jeolojik kalıntıların halkıneğitimine ve toplumun gelişmişliğine hizmet etmesi için müzelerde sergilenmesi gerektiğini söyledi. Doğa tarihi müzeleri jeopark ve jeositlerin amacının toplumu doğa konusunda eğitmek, kişiyi içinde bulunduğu dünyaya karşı duyarlı hale getirmek ve toplumun kültürel gelişmişliğine katkıda bulunmak olduğunu anlatan İnan, "Böylelikle insanların sahip olma ve aidiyet bilinci gelişecektir" dedi. Türkiye'de bazı jeolojik yapıların pilot bölge olarak belirlendiğine dikkat çeken İnan, Karapınar Volkan ve Obruk Havzası'ndaki Meke Gölü, Arteber Gölleri, Kula Volkanikleri, Yerköprü Şelalesi, Gökbel Şelalesi, Peribacaları, Tuz Gölü, Çamlıdere taşlaşmış ağaç ormanı gibi yerlerin jeolojik oluşumlar açısından önemli olduğunu dile getirdi. Kula Volkanikleri'nde insana ait ayak izlerinin bulunduğunu ve bölgenin nadir rastlanan bir jeolojik yapıya sahip olduğuna işaret eden İnan, Tuz Gölü'nün jeopark olmayaadayken Konya Ovası'nın plansız sulanması sonucu suyunu kaybetmekte olduğunu söyledi. Prof. Dr. Nurdan İnan, jeolojik miras olmaya aday yerleri ise şu şekilde sıraladı: "Çanakkale'deki Kemikli Burun, Antalya'daki Köprülü Kanyon, Küre Dağları'ndaki Valla Kanyonu, Hakkari'deki Reşko Buzulu, Ağrı Dağı'ndaki Nuh'un Gemisi oluşumu ile Boyabat'taki Kurusaraylı." İnan, Türkiye'deki pek çok jeolojik alanın aynı zamanda arkeolojik özellikleriyle de öne çıktığını sözlerine ekledi.

Leia Mais…

Bölümümüz Öğretim Elemnı Yrd.Doç.Dr. Kıvanç Zorlu Uygulamalı Jeoloji Uluslararası Makale Dalı’nda Altın Çekiç Araştırma Ödülü’ne layık görüldü.


TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası tarafından her yıl düzenlenen ve bu yıl 61.’si gerçekleştirilen Türkiye Jeoloji Kurultayı 24-28 Mart 2008 tarihleri arasında Ankara’da MTA Genel Müdürlüğü salonlarında yapıldı.


Üniversitemiz Jeoloji Mühendisliği Bölümünün 10 sözlü bildiri ve 4 poster sunumu ile katıldığı Kurultay’da “Prediction of uniaxial compressive strength of sandstones using petrography-based models” adlı makalenin başyazarı öğretim elemanımız Yrd.Doç.Dr. Kıvanç Zorlu Uygulamalı Jeoloji Uluslararası Makale Dalı’nda Altın Çekiç Araştırma Ödülü’ne layık görüldü.


Uygulamalı Jeoloji’nin dışındaki üç dalda bu yıl ödüle layık eserin tesbit edilemediği Türkiye Jeoloji Kurultayı Altın Çekiç ödül töreninde makalenin diğer yazarları Hacettepe Üniversitesi’nden Doç Dr. Candan Gökçeoğlu, Osmangazi Üniversitesi’nden Doç. Dr. Faruk Ocakoğlu ve Sanem Açıkalın, MTA Genel Müdürlüğü’nden Yüksek Mühendis Hakan Nefeslioğlu da başarı belgesi aldı.

Leia Mais…

MEÜ Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim İNAN "Mersin'e 6 Büyüklüğünde Bir Deprem Bile Büyük Zarar Verir."

Türkiye'nin bir çok yerinde deprem riski yüksekken Mersin'de deprem riskinin az olmasina ragmen sahil seridinde zeminin kötü olmasi ve kalitesiz yüksek katli binalarin bulunmasinin ciddi mal ve can kayiplarina yol açabilecegi bildirildi.

Türkiye'nin bir çok yerinde deprem riski yüksekken Mersin'de deprem riskinin az olmasina ragmen sahil seridinde zeminin kötü olmasi ve kalitesiz yüksek katli binalarin bulunmasinin ciddi mal ve can kayiplarina yol açabilecegi bildirildi.
Mersin Üniversitesi (MÜ) Jeoloji Mühendisligi Bölümü Ögretim üyesi Prof. Dr. Selim Inan, Mersin'de 6'dan büyük deprem beklenemeyecegini belirterek, sahil seridinin kötü bir zemine sahip olmasi nedeniyle, 6 büyüklügündeki bir depremin bile çok ciddi kayiplara yol açabilecegini belirtti.
Mersin depremselligi ile ilgi bilginin, bölgede daha önce yasanan depremlerin sikligina, Mersin'in aktif faylara olan uzakligina ve bölgenin zemin ve kaya özelliklerine göre belirlendigini ifade eden Inan, son 100 yilda Mersin'de 3-3,9 büyüklügünde 36 tane, 4-4,9 büyüklügünde 16 tane, 5-5,9 büyüklügünde 3 tane deprem oldugunu kaydetti.
Mersin'de depremin kiriklara bagli olarak gelistigini belirten Inan, "Mersin'i en fazla etkileyebilecek fayzonlar, Ecemis, Karatas, Karsanti ve Namrun fay zonlaridir. Bu fayzonlarda kirik hatlari küçük oldugu için buralarda olusabilecek olasi kirilmalar da fazla büyük olmaz. Dolayisiyla Mersin'de 6'dan büyük deprem beklenemez. Ancak Mersin'in jeolojik özelliklerine bakildigi zaman, sahil seridinin kötü bir zemine sahip oldugu görülmektedir. Bu zemin üzerine yapilan çok katli ve saglam olmayan binalar nedeniyle, 6 büyüklügündeki bir deprem bile çok ciddi etkiler yaratabilir, özellikle sahil seridinde büyük can ve mal kaybina yol açabilir." dedi. (Cihan Haber Ajansı)

Leia Mais…

Mersin Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Hakkında

Genel Bilgiler

Jeoloji Mühendisliği Bölümü 1994 yılında lisans ve yüksek lisans düzeyinde başladığı eğitim-öğretim faaliyetlerini, 2003 yılında doktora programının da eklenmesiyle sürdürmektedir.
Eğitim-öğretim ve araştırma faaliyetlerini 15 öğretim üyesi, 6 araştırma görevlisi ve 1 idari personeli ile yürütmektedir. 2007-2008 güz yarıyılı kayıtlarına göre 177 lisans, 10 yüksek lisans ve 7 doktora öğrencisi vardır. YÖK Akademik Yayın İstatistikleri 2006 yılı verilerine göre, 22 üniversitedeki jeoloji mühendisliği bölümleri arasında 5. sırada yer almaktadır.



Bölümümüz Genel Jeoloji, Mineraloji-Petrografi, Maden Yatakları-Jeokimya ve Uygulamalı Jeoloji bilim dallarını içermektedir. Genel Jeoloji Bilim Dalı başlıca, deprem-fay gibi yerkabuğu deformasyonlarını inceleyen “yapısal jeoloji”, eski canlı kalıntıları-fosilleri inceleyen “paleontoloji”, kaya katmanlarını sınıflandıran ve yaşlandıran “stratigrafi”, tortul kayaları inceleyen “sedimantoloji”, Deniz Jeolojisi ve yerkabuğunun fiziksel özelliklerini inceleyen Jeofizik gibi çalışma alanlarını kapsar. Mineraloji-Petrografi Bilim Dalı magmatik, metamorfik ve tortul kayalardaki endüstriyel ve diğer türden minerallerin oluşumlarının incelenmesini amaçlar. Maden Yatakları-Jeokimya Bilim Dalındaki çalışmalar metalik ve metalik olmayan endüstriyel maden yatakları, kömür ve petrol rezervlerinin araştırılması ile ilgilidir. Uygulamalı Jeoloji Bilim Dalı mühendislik projelerinde karşılaşılan zemin problemlerinin çözümüne yönelik zemin etüdleri, heyelanlar vb. doğal afetlerden korunma yöntemlerinin belirlenmesi, canlılar için vazgeçilmez olan doğal su kaynaklarını araştıran “Hidrojeoloji” gibi alanlarda faaliyetler yürütmektedir.

Yönetim

Bölüm Başkanı
Prof.Dr.Musa ALPASLAN

Bölüm Sekreteri
Semiha KARAKÜÇÜK

Mersin Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü 33342 Çiftlikköy/ MERSİN
Telefon 0.324 361 00 01
Faks 0.324 361 00 32
Dahili 0.324 361 00 01
Faks 7300

Leia Mais…

25 Haziran 2009 Perşembe

James Hutton

JAMES HUTTON KİMDİR?

James Hutton 1726 yılında Edinburg’da doğdu. Babası kent yönetiminde de görev alan bir tüccardı. Orta dereceli üniversite hazırlık okulu olan bölgesel bir okuldan sonra Edinburg Üniversitesi’ne girdi. Asıl mesleği avukatlık olmasına rağmen, staj döneminde bile ilgi alanı kimya idi. İş hayatında da arkadaşı James Davie ile birlikte kömür isinden amonyum klorür, yani nişadır üretmenin yolunu bulmaya çalışıyordu. Bu nedenle henüz bir yılını doldurmadan avukatlık stajını bıraktı ve tıp öğrenimine başladı. Üç yıl Edinburg Üniversitesi’nde, iki yıl Paris Üniversitesi’nde ders aldıktan sonra 1749 yılında tıp doktoru oldu. Tıp mesleği de ilgisini çekmiyordu. Diğer taraftan, geliştirdiği ucuz nişadır üretimi sayesinde bir hayli gelir elde etmişti. Bu parayla İngiltere’de bir çiftlik satın aldı. Bir yandan da kayaçları inceliyor, akarsuların toprak ve kayaç yapısı üzerindeki etkilerini araştırıyordu. 1768 yılında ekonomik durumu daha da iyileşince çiftçiliği bıraktı ve tüm zamanını bilimsel çalışmalara ayırmak için Edinburg’a yerleşti.

*O dönemlerde Edinburg, entelektüel alanda oldukça hareketli bir kentti. J.Hutton, Oyster Clup adlı bir derneğin üyesi oldu. Ünlü bilim adamları ile dostluklar kurmuştu. Ekonomist Adam Smith, kimyacı Joseph Black, filozof David Hume ve fizikçi-matematikçi John Playfair bunlardan birkaçı idi. Mineralojiden metafiziğe kadar hemen her konuya ilgi duyuyordu. Kimyasal maddelerle deneyler yaptı. Kömür madenciliği ve kanal inşaatı için yöntemler araştırdı. Tuz madenlerini gezdi. Soyaçekim konusunda fikir yürüttü. Fosil topladı. Havanın bileşimi ve hareket yasalarına ilişkin kuramlar önerdi. Ama asıl ilgisi jeoloji idi. Kayaçları incelemek ve doğal süreçlerin bunlar üzerindeki etkilerini gözlemlemek amacıyla sık sık gezilere çıktı.

*18.yüzyılın başlarında bilimin her dalında herşey merak ediliyor ve araştırılıyordu. Özellikle ilgi çeken bir konu da insanların kafalarını oldukça meşgul ediyordu:İlk çağlardan kaldıkları kanıtlanan midye kabukları ve diğer deniz fosilleri nasıl oluyordu da dağların tepelerinde bulunuyordu? O kadar yüksek yerlere nasıl çıkmışlardı? Bu konuya çözüm getirdiklerini söyleyenler iki ayrı gruba ayrılmıştı. Neptüncüler olarak adlandırılan gruba mensup olanlar, yüksek yerlerde bulunan deniz kabukları ve yeryüzündeki her şeyi, yükselip alçalan deniz seviyeleri ile açıklıyorlardı. Dağların, tepelerin ve diğer yüzey şekillerinin Yerküre’nin kendisi kadar yaşlı olduğuna ve ancak küresel sellerin oluştuğu dönemlerde, sular altında kalınca değişime uğradığına inanıyorlardı. Bu grubun karşısında olan Plütonculara göre, yanardağ ve depremler yeryüzünü durmadan değiştirmişti. Ama denizlerin bu değişime hiçbir katkısı yoktu. Plütoncular’ın rakiplerine sorduğu en önemli soru, sellerin oluşmadığı dönemlerde onca suyun nereye gittiği ile ilgiliydi. Eğer bir zamanlar Alp Dağları’nı kaplayacak kadar su olduysa, bu su şimdi neredeydi? Ama gene de midye kabuklarının dağ tepelerine nasıl çıktığını ikna edici şekilde açıklayamıyorlardı.

*James Hutton da bu sorulara cevap arıyordu. Kendi çiftliğinde bulunduğu ve henüz Edinburg’a yerleşmediği günlerde arazisini titizlikle incelemişti. Toprağın, erozyona uğrayan kayaçlardan oluştuğunu anlamıştı. Bu toprak parçaları sularla durmaksızın yıkanıyor ve dere veya nehirler tarafından uzak yerlere taşınıyordu, taşındıkları yerlerde tekrar çökeliyordu. Bu şekilde işleyen bir sürecin sonunda Yerküre’nin iyice aşınıp engebesi olmayan bir düzlük halinde olması gerekirdi. Oysa etraf tepelerle doluydu. O halde başka bir süreç daha olmalıydı. Yerküre’nin düzlük ve tepelerle dolu olmasını sağlayan bir çevirimi devam ettiren, yeni tepe ve dağlar yaratan bir etki, bir çeşit yenileme ve yükseltme süreci olmalıydı. James Hutton, yaptığı gözlemler sonucu şu sonuca ulaştıağ tepelerindeki deniz fosilleri seller sonucu çökelmemişti. Dağlarla birlikte yukarıya yükselmişti. Ama dağlar nasıl yükseliyordu?

*James Hutton,yeni kayaçları ve kıtaları yaratıp,sıradağları yerden yükselten nedenin Yerküre’nin içindeki ısı olduğu sonucuna varmıştı. 1785 yılında birörneklilik ilkesini geliştirdi. Birörneklilik ilkesine göre, yer yüzeyi biçimleri, jeolojik çağlarda gerçekleşen uzun fiziksel, kimyasal ve biyolojik süreçlerin sonucunda oluşur. Yağmur,akarsu, gelgit ve yanardağ gibi doğal süreçlerin Yer’in gelişimi üzerindeki etkisine ilişkin olarak yıllarca sürdürdüğü çalışmalarının, gözlemlerinin ve tartışmalarının sonuçlarını topladığı bu makalesini 7 Mart 1785 yılında Royal Society’de okudu. Ayrıca jeolojik olguların gözlenebilir jeolojik süreçlere dayanılarak açıklanabileceğini ileri sürüyordu. Ancak J.Hutton yazılarını çok karmaşık bir dille kaleme alıyordu. Cümleleri çok uzundu,imla kurallarına hiç dikkat etmiyordu. Öyle ki bu yazıları okuyup anlamak hemen hemen olanaksızdı. Bu özellikteki yazısını okumaya başladığında toplantıya katılanların hiç ilgisini çekmedi. Hatta onun hangi konudan bahsettiğini bile anlamadılar.

*Royal Society’e sunduğu iki makalesi jeolojide bir dönüm noktası oldu. Artık bu bilim, birörneklilik ilkesi üzerinde yükselen duruma geldi. J.Hutton’ın kuramına göre, doğal süreçler, uzun jeolojik çağlar boyunca Yer’in iç kesimlerinde ve yüzeyinde etkili olur. Böylece Yer’i oluşturan değişik kayaçlar birbirinden farklı süreçler sonunda ortaya çıkar. 1793 yılında İrlanda’lı kimyacı ve mineralog Richard Kirwan yaptığı bir konuşma ile J.Hutton’ın kuramını eleştirdi ve kayaçların, okyanuslardaki minerallerin çökelmesiyle oluştuğu savına dayalı çökelme kuramını destekledi. J.Hutton o sıralar çok hasta olmasına rağmen kuramını dayandırdığı kanıtları belgeleyen çalışmasını tamamlamaya başladı. İki ciltlik bu çalışmasını Theory of the Earth (Yer Kuramı) başlığı altında 1795 yılında yayınladı. Yapıtın üçüncü cildi ise ölümü nedeniyle yarım kaldı. Yayınlanan iki ciltlik eserin anlatım tarzı gene anlaşılmaz ve karmaşık tarzdaydı. Üstelik bütün çalışmanın hemen hemen yarısını, Fransızca kaynaklardan alınmış ve kitaba orijinal halleriyle, Fransızca olarak geçirilmiş alıntılar oluşturuyordu. Üçüncü cildi ancak 1899 yılında yayınlandı. Dördüncü cilt ise hiç basılmadı.

*Yakın dostu olan John Playfair, J.Hutton’ın ne demek istediğini bilen bir kişiydi. 1802 yılında, yani J.Hutton’ın ölümünden 5 sene sonra onun ilkelerinin basitleştirilmiş bir açıklamasını kaleme aldı. Kendi yorumlarını da ekleyerek ‘Hutton’ın Yer Kuramının Açıklanması’ başlığı ile yayınladı.

KAYNAKLAR:A Short History of Nearly EverythingAnaBritannica

Leia Mais…